Ders çalışmaya başlamak ve düzenli bir yoğunlaşma sürecine geçmek, her zaman için zor. Aslında bir sınava, bir derse, bir mülakata hazır olmak; düzenli çalışmak, uzun süre önceden planlı gitmek, çalışma programı çıkarmaktan geçer. Kulağa çok sıkıcı ve bir o kadar da zor gelse de... Bir başladın mı, gerisi gelir.
Çoğumuzun en büyük hatası çalışmayı son ana bırakmaktır. Zaman akıp gidiverir sanki, bir bakarsın sınav yarın ve sıfıra sıfır elde var sıfır. Zaman... Şu elle tutulamayan şeytan! Ama onu avucunun içindeki bir meleğe çevirmek sana kalmış! Evet başta zorlanacaksın. Ama sonra meyvelerini yerken, geçen zamana acıyacaksın. Ah zaman, elimizden kaçan kuş, ama onu evcilleştirmek senin elinde!
Bana balık verme, balık tutmayı öğret!
Elbette ailemiz var, elbette öğretmenlerimiz var. Ama unutma; öğrenci yalnızdır. Bilmelisin ki sınavlara hazırlık sürecinde kendi sorunlarını kendin çözmeye alışmalısın. Büyüklerimiz sadece rehberlerimizdir, yol gösterirler ama asla bizim yerimize geçemezler. Hayat bizim hayatımız, vereceğimiz tüm kararlardan, yapacağımız tüm başarı ve başarısızlıklardan biz mesulüz.
Büyüklerimiz bize yol göstermeli, her zaman yanımızda olduklarını hissettirmeliler ama asla bizim yerimize düşünmek yoluna gitmemeliler. Düşünme yeteneğinin gelişmesi ve düşünme alışkanlığı kazanabilmek için yol göstericilerin öğrenciye yaklaşımı çok önemlidir aslında. Düşünmek kadar okumak da zekâ geliştiricidir. Araştırmalar, sözcük bilgisinin önemini vurgularlar. Sözcük bilgisi düşünme yeteneğini geliştiren bir aktivitedir. Sınavlardaki soruları doğru anlamamızda bile okuma yeteneğimizin önemi büyüktür. Vakit buldukça gazete kitap okumak, zekâmızı geliştirecektir.
Beyin: farkında olmadığımız hazine
Beyin üzerine yapılan araştırmalar; somut tecrübelerin, öğrenme ve öğretme için çok önemli olduğunu doğrulamaktadır. Yaşanan her olay, beyne bir bilinti yerleştirir ve öğrenileni, öğrenenin mevcut yaşantısı ve geçmiş bilgisi ile birleştirir. Bu bağlamda eğitimcilerin odaklanması gereken ilk nokta, öğrenmenin içerik ve bağlamla karşılaştığı durumlarda nitelik ve niceliğin kapsamlarının genişletilmesi olmalıdır. Yani gençler yaptıklarının üzerinde daha çok konuşabildiklerinde, daha kolay öğrenebilmektedir. Öğrenen kişi, konuşmalı, dinlemeli, okumalı, gözlemde ve faaliyette bulunmalıdır.
Beyin kapasitesi aslında insanların daha geniş kavramları anlamasına olanak tanır. Bir konu her zaman pek çok diğer konuyla ilişkilidir. Bu birbirine bağlantılılıkların öğretilmesi, eğitim ve beyin geliştirme açısından çok faydalı bir yaklaşım olacaktır.
Yüzeysel bir bilgiyi öğrenmek bize hiçbir şey katmayacaktır. Ezberlediğimiz bir tarih veya bir formül, konuyu anlamadıkça boş bir bilgi olarak beynimizi meşgul edecektir. Anlamlı bilgi, insana bir anlam ifade eden şeylerdir. İlkokullarda fasulyeden bitki yetiştirmemiz istendiğinde bu bize mucize gibi gelmemiş miydi? Hangimizin hafızasından çıkmıştır bu bilgi? Ezberlemediğimiz, deneyimlediğimiz bir bilgi; her zaman çok daha fazla işimize yarayacaktır ve farkında olmadığımız kapasitelere sahip olan beynimizi bu yönde geliştirmek de aslında bizim elimizdedir.
Ezberlemek yerine doğal belleğimizi kullanmayı öğrenmeliyiz.
Dinlemek veya dinlememek, meselenin bir kısmı da bu!
Etkili dinlemek sadece konuşulanı duymak değildir, aynı zamanda bu duyulanlara önem vermek, anlamak ve tüm bunları değerlendirmektir.
Her şeyden önce okulda işlenecek olan konuya daha önceden göz atmış olmak, derste dinlediğin şeyleri çok daha anlaşılır kılacaktır. Öğretmenin anlattığı konu hakkında fikir sahibi olduğunda, bir sonraki cümlenin ne olduğunu tahmin etmeye çalışarak motivasyonunu devamlı ayakta tutabilirsin.
Daha sonra anlatılan konularda ana fikrin ne olduğunu bulmaya çalışmakla devam edilmelidir. Eğitimci; zaten anlatırken önemli noktaların altını çizecek, tekrar edecek, ses tonunda değişiklikler yaparak gerekli yerleri vurgulayacaktır.
Anlatılan konuda, “önemli”, “esas fikir”, “sonuç olarak”, “özetle” gibi kelimelerin yer aldığı cümlelere özellikle önem verilmelidir.
Bu aşamadan sonra önemli olan derste aktif olmak, derse katılmaktır. Her şeyden önce eğitimci dersin dinlendiğini anlamalıdır. Anlaşılmayan yerler varsa es geçilmemelidir, bunu da eğitimcinin anlaması için öğrencinin tepki vermesi gerekmektedir. Anlattıklarına hiçbir tepki göstermeyen pasif bir topluluk karşısında eğitimcinin de motivasyonu düşecek, yapacak bir şeyi kalmayacaktır. Gerekirse konu hakkında sorular sorarak ya da yorumlar yaparak eğitimciyle iletişime geçilmeli, konu yoğunlaştırılmalıdır. Soru sormaktan asla çekinilmemelidir. Zaman yetmediyse, ders sonrası da sorular yöneltilebilir.
Not tutmak üzerine…
En önemli basamaklardan biri ise not tutmaktır. Çok etkili bir dinlemede bile, dinlenen her şey akılda kalmaz. Öğrenilenlerin tekrar edilebilmesi için not tutmanın çok büyük etkisi vardır. Not aldığında hem derste aktif olursun, hem de unutmayı engellemiş olursun. Evde yapılan sık tekrarlar, başarıyı artıracaktı. Alınan notların evde temize çekilmesi de bir çeşit tekrarlama tekniğidir ve çok işe yarar.
Not alırken daha sonra anlayacağımız şekilde yazmak çok önemlidir. Küçük bir kâğıda sıkışık ve eksik notlar almak ilerde sıkıntı yaşamamıza sebep olur.
Not alırken önemli noktaları yazmak çok doğru bir yaklaşım olacaktır, gereksiz ve ayrıntı bilgiler yerine ana fikirleri anlayıp not almak çok daha etkili sonuçlar doğurur. Çok önemli olduğu vurgulanan konuların altı çizilmeli, renklendirilmeli veya yanına yıldız konmalı, böylelikle sonra üzerinden geçerken o bölümün dikkat çekmesi sağlanmalıdır.
Zaman kazanmak için sonradan anlaşılabilir kısaltmalar kullanmak yararlı olacaktır. Örneğin yerine ör. , matematik yerine mat. , ek olarak yerine + gibi.
Çok ufakmış gibi görünen bu tip ayrıntılar ileride büyük farklar yaratacaktır. Bunu deneyimleyerek görmek mümkün.
İyi not tutmak ve iyi bir dinleyici olmak birbirleriyle bağlantılı ve her zaman bize yardımcı olacak önemli iki kavramdır.
Stres, uzak dur benden!
Aslında çalışma aşamasında bir miktar stres olması uygundur. Buna olumlu stres diyoruz. Motive edici, heyecanlandırıcı ve başarıya itici gücü vardır. Ancak bunun belli bir seviyeyi aşması durumunda konsantrasyon ve çalışma isteği kaybolabilir. Böyle durumlarda stresle tek başımıza mücadele edebilip edemediğimizi gözlemlemeli, eğer baş edemiyorsak yardım istemeliyiz. Eğitimcilerimizden ve ailelerimizden stresi oluşturan faktörleri saklamamamız, tam tersine sebeplerini anlamaya çalışarak onlarla birlikte çözme yoluna gitmemiz faydalı olacaktır.
Olumsuz düşünmek stresi en çok artıran düşünce tarzıdır. Ters giden bir durumda her şeyin kötü gittiğini ve gideceğini düşünmek, kendini suçlamak, çaresiz olduğunu hissetmek vs., kesinlikle olumsuz ve faydasız düşüncelerdir. Bunların yerine ufak aksilikleri büyütmemeye çalışmalı, çabalayarak bazı şeyleri düzeltebileceğimize inanmalıyız. Sıkıntı çeken bir insan olarak yalnız olmadığımızı, benzer şeyleri herkesin yaşadığını düşünmeli ve bunun gibi olumlu düşünce tarzlarını geliştirmeliyiz.